05 Kasım 2009

Sektörde Destek Şart

Geçen yazımda, sektördeki durgunluğa büyük ölçüde son veren ÖTV indirimi ve genel olarak sektördeki vergi yükü gibi konularda düşüncelerimi paylaşmıştık. İç pazar büyüklüğünü doğrudan etkileyen bu ve benzeri konuların yanı sıra, bu birlikteliğimizde de sektörün yapısı, yarattığı katma değer, dünya ekonomisi içerisindeki konumu ve yabancı sermaye teşviği gibi konularda düşüncelerime yer vermek istiyorum.
Bugün Türk otomotiv endüstrisi, ekonomik açıdan bakıldığında tarım, turizm, inşaat, savunma sanayi gibi sektörlerin gereksinim duyduğu araçları üretirken; bir yandan demir-çelik, petrokimya, elektrik-elektronik, lastik, tekstil gibi temel sanayi kollarının yanı sıra devletin maliye politikasından etkilenmekte, bankacılık ve finans, akaryakıt, satış ve pazarlama ağı, yedek parça gibi sektörleri doğrudan etkilemektedir.

Bu nedenle mevcut yapısıyla;

Otomotiv, ülkemize yüksek katma değer sağlayan sektörlerin başında gelirken, hem maliye’nin en önemli müşterisi konumuna gelmiş hem de birçok sektörün gelişiminde öncülük etmiştir.  

Son yıllarda artan teknolojik yatırımlar, ürün ve üretim geliştirme süreçlerindeki iyileştirmeler, ülkemizi adeta bir üretim üssü haline getirmiş; ulusal ekonomi ve dış ticaret açısından ihracatta önemli bir konuma yükseltmiştir. İçinde bulunduğumuz küresel ekonomik krizin etkilerini en çarpıcı şekilde hissetmemize rağmen; sektörün ana pazarı olan Avrupa'da tıkanmalar yaşanmaya başlamış, bununla birlikte yeni pazarlar, yeni ülkeler keşfedilmeye başlanmıştır. Tarihte ilk defa Bursa'dan Filistin'e, Jamaika, Moritanya, Maldiv Adaları, Kuzey Kore ve Liberya gibi ülkelere otomobil ihracatı gerçekleştirilmiştir. Bugün Türk otomotiv sanayisinin eriştiği ülke sayısı 130'u aşıyor.. Ancak Türkiye, üretim merkezi olarak Batı dünyasına karşı göreceli üstünlükleri olmasına karşın, Doğu Avrupa ve Uzakdoğu ülkelerinin de hammadde, enerji ve emek maliyeti açısından Türkiye'ye olan üstünlükleri, mevcut üretim merkezi olma özelliğimizi halen tehdit etmektedir. Bunun en çarpıcı örneklerinden biri; basına yansıdığı şekliyle, dünyanın önde gelen otomotiv devleri arasında yer alan Güney Koreli Hyundai'nin geçtiğimiz günlerde aldığı yeni yatırım kararı olmuştur. Bilindiği gibi üç yıl kadar önce Hyundai Motor yetkilileri, Türkiye'de ek yatırım yapmak üzere hükümetle masaya oturmuş ve bu konuda destek ve çeşitli teşvik taleplerinde bulunmuştu. Sonrasında tercihini Çek Cumhuriyeti'nden yana kullanarak bu ülkede 1.2 milyar Euro'luk yatırıma girişmişti. Dönemin Devlet Bakanı Ali Babacan'ın "Şu ülke bunu veriyor, biz bunu niye yapmıyoruz?" denemez. Bizim teşvikler konusunda temel ilkelerimiz var. Kimse Türkiye'den pazarlıkla, el sıkışarak, kızıştırarak bir teşvik alacağını zannetmesin. Kimse böyle bir beklenti içine girmesin." şeklinde ifadeleri basına yansımıştı.
Gelin görünki, aynı Hyundai yönetimi, yeni modeli olan i20'nin üretimi konusunda da Türkiye'ye öncelik tanımak istediklerini belirtmiş, buna rağmen "kimi nedenlerden" ötürü 130 milyon Euro ek yatırımla, bu üretimini de Çek Cumhuriyeti'nin kuzeyinde yer alan Nosovice'deki fabrikasında gerçekleştirme kararı aldı. Firma Sözcüsü Petr Vanek, bu yatırımla yıllık otomobil üretimini 200.000'den 300.000'e, çalışan sayısını da 2.000'den 3.400 kişiye çıkartacaklarını belirtti. Bu yabancı sermaye deneyiminden de anlaşılacağı gibi böylesine lokomotif bir sektörü ayakta tutabilmek için hükümetlerimizin mutlaka destek paketi ve teşvik uygulamaları ile yabancı yatırımın ülkemize gelmesini sağlaması, bir taraftan iş barışı, vergi indirimi gibi konularda çalışmaları diğer taraftan da iç pazar büyüklüğünü stabil kılacak uygulamaları hayata geçirmesi gerekmektedir.

Tüm bu uygulamaların ancak sürekli kılınmasıyla;

Türkiye, Doğu Avrupa ülkelerine göre daha tercih edilebilir bir konuma gelecek, "2 milyon araç üretimi hayali" gerçek olabilecektir.