Devrim |
4.5 ay gibi çok kısa bir sürede sıfırdan başlayarak ortaya çıkan bu iki örnek aracın son kat boyaları bile 28 Ekim akşamı atılmış, aynı gece trenle Ankara Sıhhiye'ye, ertesi gün de oradan tören ve eskort eşliğinde meclise getirilmesi planlanmıştı. Gece vagonlara yükleme esnasında güvenlik nedeniyle araçların yakıt depoları boşaltılarak sadece manevra yapabilecek kadar yakıt bırakılmış, asıl ikmalin sabah Sıhhiye'deki Mobil benzin istasyonunda yapılmasına karar verilmiştir. Buradan da meclise geçilecektir. Ancak son dakika bir sürprizle karşılaşılır, ikmal yapılmaksızın araçlar alelacele Meclis'e getirilir. Cemal Paşa, mühendislerin kendisine sunumu esnasında bej yerine siyah araca yönelir. Bu araçta da yakıt çok az miktarda olduğundan araç, hareketinden sadece 200 metre kadar gittikten sonra kendiliğinden durur. Cemal Gürsel, arızanın nedenini sorduğunda "Yakıt bitti paşam" cevabını alır. Bunun üzerine mizah konusu olmuş tarihi "Garp kafasıyla otomobil yaptık, şark kafasıyla benzin koymayı unuttuk" yorumunu yapar. O güne kadar tüm ülkede üniversitesinden, basınına, sanayicisinden, politikacısına, sesini duyurabilen herkes Türkiye'de ne otomobil, ne de motor yapılabileceğine inanmamıştır. Fakat inanılmaz olan şey, gerçek olmuş ve 29 Ekim 1961 sabahı Türkiye'de yapılan bir otomobil, kaportası pürüzsüz olmasa da, kendi tekerlekleri üzerinde ve yine Türkiye'de yapılan kendi motorunun gücüyle Büyük Millet Meclisi binasının önüne götürülerek Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel'e sunulabilmiş, bir ikincisi onu hem Anıtkabir'e hem de hipodromdaki geçit törenine götürebilmiştir.
Ancak ertesi gün bütün gazeteler adeta fikir birliği etmişçesine manşetlerine "100 metre gidip bozuldu" başlığını atmışlar, Paşa'nın aracıyla törenlere katılmasını haber yapmak yerine harcanan bunca paranın boşa gittiğinden dem vurmuşlardır.
Aslında bu tecrübeyle; Devrim'in seri üretimine 1964 yılında geçilmesi planlanmıştır. Ne yazık ki maliyet tartışmaları, başta DPT olmak üzere yerli otomobil üretiminin rantabl olmadığı propagandası, hükümete geri adım attırmış, maalesef milli otomobil yapılmasını sağlayan güç, seri üretim için devam edememiştir. Sadece beş yıl sonra, 1966'da Ford Motor Company ve Koç Holding ortaklığı ile kurulan Otosan tarafından "ilk yerli otomobil" olarak halkımızın saman yığını diye andığı Anadol üretimi başlamıştır. Ne yazık ki, bu projeyi heyecanla takip eden dönemin iktidarları Devrim Projesi'ne sırf patent hakkına askerler sahip oldukları için ilgi duymamışlar, devamını getirmekten kaçınmışlar, böylece tarihi bir fırsatı da kaçırmamıza sebep olmuşlardır. Devrim'in seri imalatına geçilmesi belki de Otosan'ın sonu olabilirdi. Devrim projesi, hayata geçirildiği günlerde Japon otomotiv endüstrisi henüz emekleme dönemini yaşıyordu. Ortada bugün olduğu gibi bir Güney Kore mucizesi de yoktu. 1961'de başlayan süreç, tarihi bir fırsata dönüştürülebilseydi, bugün belki de dünya devi Toyota ayarında bir yerli otomobil markamız olurdu. Devrim'in önemi, Türk elinden ilk üretilen araba olması ve Türk mühendisliğinin bir şeyler yapabileceğini, başarabileceğini göstermiş olmasıdır. Ayrıca benzin, yağ, hız gibi göstergelerin Türkçe ikazlarla belirtilmesi de buna eklenebilir. Bu proje çoğu zaman dönemin siyasileri ve bürokrasisi tarafından fıkra ve esprilere konu oluyor, ayrılan bütçenin boşa gittiğinden dem vuruluyordu. Oysa ki aynı yıl Tarım Bakanlığı bütçesine konan 25 milyon TL'lik at neslinin ıslahı için ayrılan ödenekten kimse söz etmiyordu.
Günümüzde Devrim Projesi'nde şayet o gün için sadece dört araçla kalınmasaydı Türkiye bugün dünyanın sayılı makine - otomotiv endüstrilerinden birisi olabilirdi şeklinde yaygın kanaat vardır.