07 Kasım 2011

Küçük Tedbirler Hayat Kurtarır

Ülkemizde trafik kazaları, sürücü ve otomobil sayısındaki artışa bağlı      olarak maalesef yer, zaman, iklim koşulları demeden her daim her geçen yıl artış gösteriyor, ülke gündemimizin ilk sıralarında yer alıyor. Binlerce insanımız bu terör karşısında canlarından, mallarından oluyor, kimi zamansa sakat kalıyor.
Yapılan araştırmalara göre dikkatsizlik ve uykusuzluk gibi bireysel hatalar, yaşanan bu felaketlerde ana nedenlerin başında geliyor. Oysaki direksiyon başına geçmeden önce alınacak bazı tedbirlerle kendimizin ve sevdiklerimizin can güvenliğini garanti altına almak mümkün...
Öncelikle güvenli bir yolculuk için sürücülerin uyku ihtiyaçlarını gidermiş, sakin bir halde direksiyon başına geçmeleri gerekiyor. Uzun süreli seyahat edecek olanlar da, aç karnına direksiyon başına geçmemeliler... Açlığa bağlı olarak düşecek kan şekeri, sürücülerin dikkatini dağıtacak olası kazalara sebebiyet verebilecektir. Aynı şekilde aşırı yemek sonrası otomobil kullanmak da son derece risklidir. Yağ oranı yüksek besinler tüketilmesi, yoğun uyku haline sebep olabilecektir. Dikkat edilmesi gereken bir diğer husus, uzun seyahatler sırasında sık sık mola verilmesi gerektiğidir. Uzun süre direksiyon başında bulunmak yorgunluğa neden olacak, kazaya davetiye çıkaracaktır. 2-3 saatlik periyotlar halinde yapılacak sürüşler, 15-20'şer dakikalık verilecek molalar seyahatleri daha güvenli kılacaktır.
Seyahat esnasında sürücünün sinirlenmesine neden olacak herhangi bir durumla karşılaşılması halinde ise mutlaka sürüşe ara verilmeli, sakinleşildikten sonra seyahata devam edilmelidir. Şeker, yüksek tansiyon, astım, alerji vb. gibi kronik sağlık sorunları olanların her ne kadar direksiyon başına geçmeleri zaten tehlikeli olsa da, birtakım mecburiyetler insanları bu konuda vurdumduymaz olmaya itmektedir. Bu nedenle en azından bu ve benzeri hastalıkları yaşayanların ilaçlarını düzenli olarak almaları, özellikle tansiyon hastalarının güneşin yakıcı ve kavurucu olduğu saatlerde direksiyon başına geçmemeleri gerekmektedir.
Son olarak, sürüş esnasında sıkmayacak, rahat ettirebilecek giysiler tercih edilmesi de dikkatlerin dağılmasına engel olacaktır. 
Keyifli ve güvenli sürüşler dilerim.

18 Eylül 2011

Sürat Felakettir

Hız tutkusu, hemen hepimizi cezbedebilir.. Hiç yoktan, direksiyon başındayken dinlemekte olduğunuz müzik bile sizi hareketlendirip gaz pedalına gerektiğinden fazla basmanıza neden olabilir. Ancak yeterince güvenliği sağlanmamış ortam (iklim, yol koşulları vb.) ya da araçlarla hız yapmak, fizik kanunlarının en acımasız sonucu olan;

Hız x Kütle = Facia gerçeği ile karşı karşıya kalmanıza neden olabilir.

İyisi mi siz, trafikte hız limitlerine uyun!

04 Ağustos 2011

Otomobil Reklamları

Anadol
Otomotivin içinde bulunduğu olağanüstü gelişim sürecinde, sadece üretilen otomobillerde değil, aynı zamanda kullanıcıların tercihlerine yön veren reklamlarda da ciddi değişimler olduğunu gözlemliyoruz. Bu nedenle ülkemizde ve dünyada otomobil reklamcılığının gelişimine örneklerle bir göz atalım istedim.
Kuşkusuz her alanda olduğu gibi, otomobilde de potansiyel müşteriye ulaşmanın en etkili yollarından biri basın ilanlarından geçiyor. Basın ilanlarından, otomobillerin geçirdiği evrimsel süreci ve tüketicilerin değişen beklentilerini gözlemlememiz de mümkün.. Otomobil üreticilerinin, bugün olduğu gibi dün de reklamlarında, müşteriler üzerinde etki bırakacak "performans, konfor, güvenlik ve yakıt tasarrufu" gibi başlıkları ön plana çıkarttıkları ortada..
1928 yılında Ford Motor Co. tarafından hazırlanan, Model A.'nın tanıtıldığı bir ilan, görsel olarak günümüzdeki ilanlardan çok farklı olsa da vermeye çalıştığı mesajın özü aslında aynı: "Bu otomobil güçlü, güvenli ve konforludur."
Gerçek şu ki, o yıllarda üretici ve tüketicilerin bu kavramlara ilişkin standartları, günümüz değerlerinden öylesine farklıki.. Adı geçen ilanda, tüketiciyi etkileyebileceği düşüncesiyle otomobilin aracın arka stop lambalarına, elektrikli bir marş motoruna ve hatta jantlarının metal tellerden yapılı olduğuna vurgu yapılmış, güvenlik konusunda da parçalanmaz ön cama sahip olduğunun altı çizilmiş mesela. Sahip olduğu fren sistemiyle, son sürat giderken bile sadece birkaç metrede durabildiği vurgulanmış. Halbuki bir otomobilin sürati kaç km olursa olsun, bunun mümkün olamayacağını hepimiz biliriz. Bu da bize, o dönemde hem tüketicilerin yeterli bilgi ve bilince sahip olmadığını, hem de henüz standartların oluşmadığını gösteriyor. 
Yakın tarihten bir örnek bu defa.. Efsane otomobilimiz Anadol'un bir reklamda, İstanbul'u Ankara'ya 925 kuruşa kavuşturabildiğine vurgu yapılıyor. Günümüz reklamlarının yakıt ekonomisini işleyiş şekli göz önüne alınırsa, Anadol'un bu reklamının hepimizin yüzlerinde bir tebessüm oluşturduğunu tahmin edebiliyorum..
Diğer taraftan otomobil reklamlarının tarihsel değişimini araştırırken gözüme çarpan ve ilgimi çokça çeken bir çalışmayı da sizlerle paylaşmak istiyorum.
2008 yılında İstanbul Çamlıca İlköğretim Okulu'ndan bir grup öğrencinin Avrupa Birliği Yaşam Boyu Öğrenme Programı çerçevesinde "Arabalar: Geçmiş, Bugün ve Yarın" konulu bir projeye kabul edildiklerini öğreniyoruz. Grup, çalışmasında otomobil reklamlarında sosyal temaların ön plana çıkarıldığını, reklamların aslında hitap ettiği ulusal kültürün özelliklerini taşıdığını vurguluyor. Bu bağlamda bazı örneklerle de çalışmalarını zenginleştiriyorlar. Mesela, 70'li yılların ortalarına kadar üretilen Murat 124'ün reklamlarında yoğun olarak evlilik, çekirdek aile, aile piknikleri vb. Türk aile yapısı ile ilgili temaların ön plana çıkarıldığına şahit oluyoruz. Oysa aynı dönemlerde İngiltere'de MG marka otomobillerin reklamlarında ise dönemin İngiliz gençleri otomobiller etrafında kaykay yaparlarken görülüyor. İlk yerli seri üretim otomobilimiz olarak kabul gören Anadol'umuz, özellikle 80'li yılların reklam anlayışında sürücüsü ya da sürücü ve ailesi ile görülürken, günümüz reklamlarında artık sürücülerin bile ortadan kaldırılarak, yalnızca otomobillerin başrolde olduklarını görüyoruz. Bu ve benzeri örneklerle, zamanla otomobile sürücüden bağımsız bir hava katılmış gibi görünüyor. Reklamlarda giderek daha az insanın yer aldığı, otomobilin reklamda artık tek başına olduğu da bir diğer tespit kuşkusuz.. Sahip olduğu bu "mekanik" kimliğin kimi zaman bir kahraman, kimi zamansa bir efsane ile birlikte anıldığını fark ediyorsunuz. Üstelik eski reklamlarda otomobillere ait uzun açıklamalara hatta paragraf şeklinde metinlere rastlarken, özellikle 90 sonrası dönemde hedef kitlenin dikkatini daha fazla çekmek için farklı teknikler kullanıldığına, tasarımların çok daha az anlatımla hazırlandığına şahit oluyoruz.

Aslında bu durum toplum olarak okuma kültürümüzün giderek zayıfladığının da bir işareti gibi görünüyor..

Geçmişin otomobilleriyle, günümüzün çağdaş otomobillerini karşılaştırdığımızda büyük farklar görmemiz doğal.. Kuşkusuz yıllar sonra da, bugünün reklamlarına konu olan otomobillerin dizaynlarını ve donanımlarını incelediğimizde yeni şaşkınlıklar yaşayacağız. 

Yani değişmeyen tek şey aslında değişimin kendisi..!


*Bu yazı 04.08.2011 tarihinde Milliyet Blog'da yayınlanmıştır.

31 Temmuz 2011

Satış Sonrası Hizmetlerin Önemi

Otomotiv sektörü, gelişmiş tüm ekonomilerde olduğu gibi ülkemizde de lokomotif sektörlerin başında gelmektedir. Ekonomik yansımaları açısından bakıldığında bir taraftan tüm sektörlerin taşıt gereksinimini karşılarken diğer taraftan da demir-çelik, lastik, elektronik, akaryakıt, enerji gibi temel sanayi kollarında yarattığı katma değer ile maliye politikalarına yön vermesi bakımından son derece önemli bir konumda bulunuyor.
Otomotiv, doğası gereği hem imalat sektörleri hem de hizmet sektörleri ile yakından ilişkilidir. Sağladığı çarpan etkisi ile birimsel büyüme ve daralmalar, anında ulusal ekonomimize yansımaktadır. Sanayileşme sürecini tamamlamış gelişmiş ekonomilerin de otomotiv üzerine tabir-i caiz ise bu kadar "ders çalışması" nın temel sebebi budur.
Ülkemizde otomotiv sektörünün yapısı hızla büyümekte, süratli değişimler göstermektedir. Küresel rekabetin en çok etki ettiği sektör olması dolayısıyla rekabet, her geçen gün daha da çetin bir hal aldığı için üretici firmalar, sadece üretim maliyetlerinde ve buna bağlı fiyatlandırma politikalarında değil, satış sonrası süreçlerle ilgili de yoğun faaliyetlerde bulunmaktadır. Üretici firmaların otomobiller üzerindeki fiyat, kalite ve satış sonrası hizmetlerdeki arzı müşterilerinin taleplerine göre şekillenmektedir.
Bu anlamda dönüm noktası "müşteri memnuniyeti" prensibidir. Distribütörler ve bunların sahaya yayılmış yetkili satış noktaları var olmak istedikleri her yerde servis organizasyonları oluşturmak zorunluluğundadır. Piyasa tabiriyle, "mallarının arkasında durmak" zorundadırlar.
İşte 90'lı yılların sonuna doğru hızla ortaya çıkan ve adına "plaza" denilen yapılanmaların var oluş nedeni de budur. Temel prensibi üstün nitelikli tesislerde kalifiye iş gücü istihdamıdır. Amaç ise hem otomobilin satışı sonrasında doğacak servis ihtiyacını karşılamak, hem de satıcı ve alıcı ilişkisini sadakat ve süreklilik prensibine dayandırmaktır. Sadık müşteriler yaratma politikaları da bu sürecin sonunda ortaya çıkmıştır. Bugün ölçeği ne olursa olsun her distribütör, bu mücadeleyi vermektedir. Zira portföyden çıkan her müşterinin yeniden kazanımı ya da bir başka müşteriyle ikame edilmesi on binlerce liralık bütçeler gerektirmektedir. Reklam ve pazarlama bütçelerinin büyüklüğü göz önünde bulundurulduğunda işin ne kadar önemli olduğu görülebilecektir.
Yapılan araştırmalara göre belirli bir marka tüketicisinin bir sonraki alım sürecinde yeniden aynı markayı tercih etmesinde memnuniyetinin sürekliliği belirleyici faktördür.
Satış sürecinden memnun olan bir tüketici, satış sonrası sürecinden de memnun ise yeniden alım oranı % 93'dür. Diğer taraftan satıştan memnun ancak satış sonrası süreçten memnun değil ise yeniden alım oranı sadece % 18'dir.
Otomobil alımı, bir yatırım olmaktan ziyade insanoğlunun en kutsal haklarından olan mülkiyet arzusunun önemli bir göstergesidir. Dolayısıyla bilinçli her tüketici, yaptığı bu tercih ve yatırımı en ekonomik bütçelerle kullanmak isteyeceği gibi, onun ehil ellerce de korunup kollanmasını ister.
Unutulmamalıdırki, araç kalitesi, tasarımda çekicilik ve albeni, imaj, teknoloji gibi unsurlar günümüz otomobillerin tamamına yakınında benzer özellikler göstermekteyken; tüketici için esas tercih sebebi, satış sonrası sunulan hizmetlerin kalitesi ve kullanım maliyetlerinde sunulacak kolaylıklardır.

Son yıllarda liderliğe oynayan belli markaların başarılarının altında yatan neden de işte budur.

*Bu yazı 27.07.2011 tarihinde Milliyet Blog'da yayınlanmıştır.

25 Haziran 2011

Gokart



Gokart, benzinle çalışan, hava soğutmalı, arkadan motorlu, genellikle 160 cc hacminde 5.5 - 6 Hp'lik güç üretebilen motorlara sahip olan dört tekerlekli, tek kişilik otomobildir. Genel olarak maksimum hızları 75 km/s olsa da, kullanıldıkları pistlerde azami hızları 45-50 km/s olarak gerçekleşir. Bu sporu profesyonel olarak yapmak isteyenlerin kısa adı TOMSFED olan Türkiye Otomobil Sporları Federasyonu'ndan lisans almaları gerekir. Profesyonel yarışlar Tuzla, Körfez ve İzmir pistlerinde gerçekleşmektedir.

Yarış esnasındaki önemli noktalara gelince;
1. Yarıştan önce pistte deneme turu atın
Pisti tanımanız ve virajların karakteristiklerini anlamanız başarılı olabilmeniz için çok önemlidir. Mümkünse yarışlardan önce birkaç deneme turu atarak pisti tanıyın. Her virajı, her düzlüğü aklınıza kazıyın.
2. Virajları içten alın
Bir viraja yaklaşmadan önce gazı kesin ve aracınızı pistin dış kenarına yaklaştırın. Viraja girerken aracınızın burnunu virajın içine doğru çevirip, virajın içine teğet geçerek gaza basın ve virajın diğer tarafında dış kenara doğru çıkıp diğer viraja kadar gaza basmaya devam edin.
3. Rakiplerinizin önünü kesin
Aynanızı doğru kullanın ve düzlüklerde arkanızdan yanaşan sürücülerin önünü kesmek için yolu ortalayın. Virajlarda önlerini açıp, viraja hızlı ve plansız girmelerine neden olun. Yarış pisti sadece hız yaparak zafer kazanılabilecek bir ortam değildir. Aynı zamanda satranç oynar gibi stratejiler geliştirmek gerekir.